Mardin 1 Diyanet İşleri Başkanı Görmez: Soma Faciasına Dini Mazeret Üretmek
Mardin'de düzenlenen 29'uncu İl Müftüleri İstişare Toplantısı Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, milletvekilleri 81 ilin müftüleri, kanaat önderleri, ile Müslüman, Süryani ve Ezidi din adamlarının katılımıyla, Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başladı.
Mardin'de düzenlenen 29'uncu İl Müftüleri İstişare Toplantısı Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, milletvekilleri 81 ilin müftüleri, kanaat önderleri, ile Müslüman, Süryani ve Ezidi din adamlarının katılımıyla, Kur'an-ı Kerim tilavetiyle başladı. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, toplantının yüzyıllarca farklılıklarla birlikte barış ve huzur içinde yaşamın hukukunu oluşturduğu Mardin'de yapılmasının önemli olduğunu belirterek, "Farklılıkların birlikte barış içinde yaşaması, aslında bizim medeniyetimizin en önemli özelliğidir. Zira bizim medeniyetimizde farklılıklar ayrıştırmanın değil, zenginliğin ve ortak medeniyetin bir aracı olarak kullanılmıştır. Bu medeniyet tasavvurunda kimse dilinden, dininden ve mezhebinden dolayı ötekileştirilmemiş, herkes barış ve huzur içinde yaşamıştır" dedi.
GÖRMEZ: Soma FACİASINA DİNİ MAZERET ÜRETMEK YANLIŞTIR
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, konuşmasına Manisa'nın Soma İlçesi'nde 301 maden işçisinin ölümüyle sonuçlanan maden faciasına değinerek şöyle dedi:
"Soma ve benzeri faciaları, İslam'ın ezeli hikmet penceresinden okuma ve değerlendirme konusunda ciddi idrak sorunları yaşadığımızı açıkça ifade etmek isterim. Her şeyden önce bizlerin yani toplumu irşad etme vazifesi yapanların görevi, sadece faciaların sonunda hayatını kaybedenlere son dini vazifelerini yapmak olmamalıdır. Bu tarz faciaların oluşmaması için her türlü tedbirin alınmasında gerekli dini, ahlaki ve vicdani hatırlatmaları yaparak sonuçların felakete dönüşmesini önlemeye çalışmak gerekmektedir. Bu tür hadiseleri İslam açısından değerlendirirken, Yaratıcının sonsuz kudretini yok saymak ne kadar yanlış ise insanın suç ve sorumluluklarına ilahi kudret üzerinden mazeret üretmek de o kadar yanlıştır. İlahi adalete gölge düşüren tez ve yorumlardan kaçınmak gerekir. Bizlerin, zulmü meşrulaştırmaya araç yapan dini algılama biçimleriyle kendi hatalarını örtmek için dini istismar eden yorumlar karşısında hakikati söyleme mecburiyetimiz vardır. Dünyevi isteklerde sınır tanımaz bir hevesle gücüne güç katanların yanında olmadığımızı açıklamak ve duyurmak zorundayız. Masum ve gariban işçilerin alın terlerini dikkate almayan bir çarkın parçası olmaya davet edilen dini anlayıştan biz uzağız. O tarz dini yorumlarla bizim hiçbir ilgimiz yoktur, olmaz, olamaz ve olmamalıdır. Zalimin zulmüne tabi kılınmış bir din, Allah'ın razı olmayacağı bir dindir. Mazlumların, kimsesizlerin ve mağdurların yanında olmak ve onların hakkını, hukukunu korumak Peygamberi bir misyondur. Allah'ın emrine ve rızasına uygun olan fiziki olarak bu facianın oluşmasına neden olan sebepler karşısında gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Nasıl ki, sonuçlar karşısında müminin metaneti önemliyse sebepler karşısında da feraseti o kadar önemlidir. Soma, modern uygarlık dünyasında dünyayla kurduğumuz ilişkinin, fakir ve mazlum bir grup insanın kaderini, nasıl ölümcül hale getirdiğini gözler önüne sermektedir. Yerin kilometrelerce altında ekmek parası için türlü eza, cefa ve meşakkatle çalışan kardeşlerimizin fedakarlığı her türlü takdirin üstünde olmakla birlikte, ölüm riskiyle güvensiz ortamda çalışmaya mahkum edilişleri, bugünün dünyasında büyük bir trajedidir. Bir tarafta konforun alabildiğine sonsuz bir şekilde icra edildiği bir yaşam tarzı, diğer tarafta adeta çağdaş köle statüsünde yerin metrelerce altında kömür isi ve gaz kokusuyla ölüme mahkum edilmiş, kazma ve kürek mahkumları. Böyle bir dünyada haktan, adaletten, emekten, emek hakkından ve merhametten bahsetmek çok zordur. Yardım beklemesine rağmen kurtarılma önceliğini eşi hamile olan arkadaşına veren, kardeşlik ahlakını, kardeşlik hukukunu böyle bir anda bile ihlal etmeyenlerle hak ihlalleri yapanların ve zulmedenlerin aynı dinin mensupları olduklarını nasıl söyleyebiliriz? Zalimler zulümleriyle, mazlumlar ahlarıyla anılırlar. Bu dünyada ah çekenlerin hakkını alma mücadelesi, bütün peygamberlerin mücadelelerinin ortak konusudur."
"DİNİN SİYASETTEN ARINMASI GEREKİYOR"
Din alanı siyaset alanından sadece ayrı ve bağımsız değil, ondan görece daima üstün bir konumda olması gerektiğini anlatan Görmez, şöyle dedi:
"Dinle siyaset arasındaki ilişki insanlık tarihinden bağımsız değildir. Dini siyasetin bir parçası olarak dizayn etme çalışmaları kadar onu dışarıda tutma çalışmaları da yabancısı olmadığımız tarihsel bir tutum ve davranıştır. Bugün gelinen noktada toplumsal birlik ve beraberliği bütün boyutlarıyla gerçekleştirmeye çalışırken siyasi ilgi ve yönelimlerden her hangi birine dini duygu ve düşüncelerimizi, İslam'ın yüksek prensiplerini rehin vermek gibi bir tehlikeli tercihi asla kabul etmeyiz. Dinle siyaset arasındaki ilişkide var olan belirsizlik, Diyanet hizmetlerinin verimliliğini zaman zaman gölgelemekte zaman zaman da dini siyasetin emrinde bir araç olarak zayıflatmaktadır. Oysa Türkiye'nin değişen bütün koşullarında dinle siyaset arasındaki mesafenin korunması konusunda her zaman bir ortak eğilim söz konusu olmuştur. Bugün de aynı zeminde kalmakta ısrar etmek, siyasetin ülkemizin ali menfaatleri için ortaya koyduğu-koyabileceği alanlarda taraf olmamak ve sonuçta dinin toplumsal gerilim ya da ayrışma süreçlerinde bütünleştirici, kuşatıcı rollerini devreye almak durumundayız. Biz kurum olarak kimsenin dini algısına ayar verecek ve son sözü söyleyecek bir kurumsal ayrıcalığa sahip değiliz. İmanın ilke ve ölçüleri bellidir."
DİNİ AZINLIKLARIN HAKKININ VERİLMESİNİ İSTEDİ
Konuşmasında programa katılan Süryanileri işaret eden Görmez, şöyle dedi:
"Ülkemiz inanç sorunlarının ve dini özgürlüklerle ilgili birçok tartışmayı yaşayan bir çağı geride bırakmıştır. Laiklik uygulamaları başından beri birçok konunun tartışılmasını ve halkın taleplerini görmezden gelen uygulamaları var etmiştir. Bugün gelinen noktada çoğunluk taleplerin makul ölçülerde çözüme kavuşmuş olması takdire şayandır. Ancak üzülerek belirtmek isterim ki, farklı dini tezahürlerle, farklı din mensubu vatandaşların bazı makul taleplerinin çoğunluk taleplerine göre aksak gidiyor olması bizi gelinen noktadaki mutluluğumuzu ifade etmekte mahcup bırakmaktadır. Ne olursa olsun tüm inanç mensuplarıyla farklı dini tezahür sergileyenlerin herhangi bir siyasetin parçası haline getirilmeden hukuk nezdinde çözülmesi gerekmektedir. Geleneksel ve tarihsel yapımızda bir şekilde kendilerini ifade eden yapıların bugün de kendilerini rahatlıkla güncelleyerek ifade etmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Özellikle şunu ifade etmek isterim ki, Diyanet olarak bizler dini açıdan toplumsal ayrışmayı ortadan kaldıran dil ve üsluba özenle gayret etmekteyiz. Hiç kimseyi ötekileştirmeden farklı dini tezahürlerin mümkün olacağını topluma izah etmekteyiz. Bu bağlamda inanç özgürlüğüyle ilgili yapılacak her türlü açılımın toplumda karşılık bulmasına yönelik toplumun hazır olduğunu düşünmekteyiz. Bugüne kadar yapılan çalışmalar ışığında kendisini çoğunluğun içinde görmeyen dini tezahürlerin taleplerinin karşılanması ile ilgili konuların teolojik tartışmalar içine çekilmeden hukuk çerçevesinde çözülmesi toplumsal barışa katkı yapacaktır. Aksi takdirde inanç tercihlerinin karşı karşıya tartıştırılması ne bilimsel açıdan bu şekliyle doğrudur ne de sosyal barış açısından doğrudur. Bu toprakların kadim bir unsuru olan Süryanilerin kendileriyle ilgili bilgi edinme ve din adamlarını yetiştirme ve din eğitimi gibi taleplerinin görmezden gelinmesi kabul edilemez. Nasıl İslam ilahiyatıyla ilgili Avrupa'da üniversite ortamında bu çalışmalar mümkün hale geliyorsa burada Artuklu Üniversitesinin bünyesinde Süryanilik, Keldanilik gibi kadim gelenekler kendilerini bilgi ortamında geliştirme imkanına sahip olmalıdır. Bizler geleceği görebilmeli ve dünden ders alarak bugünden geleceği programlayabilmeliyiz. İslam dünyası yeknesak bir dünya değildir. İslam dünyasında kadim farklı dinlerin, farklı İslami mezhep ve algıların, dini referans alma bakımından farklı görüşlerde olan zümrelerin yaşadığı ve farklı dil ve lehçelerin konuşulduğu bir vakıadır. Yüzyıllardır bu beldelerde insanlar barış içerisinde bu farklılıklarıyla birlikte güven içerisinde yaşamışlardır. Esenliğin hakim olduğu bu coğrafya, maalesef modern zamanlarda bu birlikteliğin ruhunu kaybetmiştir. Modern dünya ortaçağda dine dayalı çatışmaları yaşarken biz o çağlarda sulh içinde büyük bir medeniyeti tüm unsurlarımızla birlikte inşa etmekteydik. Bu medeniyet hakka, hukuka ve adalete dayalı faziletli şehirler kuruyor ve ahlaki kaygıları önceleyen toplumsal yapı insanları barış ve güven içerisinde yaşatıyordu."
"EŞKİYALIĞA GİDEN YOLLARI ÖNLEMELİYİZ"
Konuşmasında çözüm sürecine de değinen Görmez, "Acı tecrübe bize şunu göstermektedir ki, sorunlar üzeri örtülerek çözülmediği gibi geçen yılların faturası da ağır olmaktadır. Bundan sonra artık analar ağlamasın diye başlayan çözüm süreçleri değil, baştan hiçbir annenin ağlamasına fırsat verilmemelidir. Eşkıyalar masum çocuklarımızı dağlara kaçırmadan eşkıyalıkları önleyecek bir zemin oluşturulmalıdır. Bugünden geleceği okumak ve ona göre tasarılar oluşturmak büyük devlet olma durumudur. Kaos, belirsizlik, korku ve tedirginlik ise henüz aklıyla değil duygularıyla hareket etme halidir. Toplumsal sorunlar ileri tarihlere ötelenerek zamanın ilacına terk edilemez. Çözümü ileri tarihlere bırakılan her toplumsal olayın toplum açısından acı faturalar doğurduğu uzak değil, yakın tarihimizin gerçekleridir. Dün tartışılan konular, bugün için nasıl bir cinnet halinin yansıması olduğunu gösteriyorsa yarın için de bugün yaşananlar bir cinnet durumu olarak görülecektir. Sorunların çözülmesi öncelenmediği zaman güvenlik politikaları öne çıkar. Güven toplumu güvenlik politikalarıyla değil, toplumun gelecek endişesi taşımadan yaşamasıyla gerçekleşir" dedi.
YORUMLAR