Gülen 17 Aralık operasyonunu anlattı

Fethullah Gülen, röportajın ikinci gününde, 17 Aralık'ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ile ilgili Camia'nın suçlanmasına anlam veremediğini söyledi.

Medyadaki bilgilerde MİT’in, İran ajanı olabilecek birilerinin bakanlara, bakan çocuklarına nüfuz ettiğini 8-9 ay önce hükümete rapor olarak sunduğunu, bu iddiaların hükümete yakın gazetelerde yer aldığını hatırlattı. Yolsuzlukları önlemeyi düşünmeyenlerin operasyonlar başlayınca atfı cürmle bu işten sıyrılma yolunu düşündüklerini ifade etti. 'Beddua' meselesi hakkında “Doğrudan hiçbir kişinin, hiçbir partinin adını vermedim. Her kim şunu şunu yapıyorsa dedim. O sıfatı taşımıyorlarsa, o fiilleri işlememişlerse neden bu kadar rahatsız oluyorlar?” diyen Gülen, kendisine iftira edenlerden duasına amin diyebilmelerini beklediğini vurguladı.

Özellikle bir kısım medyada 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının Camia tarafından yapıldığı iddiaları yer aldı. Sürecin şu an vardığı nokta ile ilgili değerlendirmelerinizi alabilir miyim?

Defalarca tekzip, tavzih, tashih göndermemize rağmen birileri ısrarla Camia’yı suçluyor. Daha önce de dediğim gibi bazı savcılar ve ona bağlı vazife yapan kolluk kuvvetleri kanunun onlara emrettiği görevi yapmış ve bilememiş ki, suçluların peşine düşmek meğer suç sayılıyormuş! Yani insanlar, vazifelerini yaptıkları için mağdur edileceklerini tahmin edememiş. Geçenlerde bir köşe yazarı zannediyorum Yavuz Semerci Bey “Bu insanlara bir gün madalya takılacak.” diyordu. Ne var ki 17 Aralık soruşturmasını yürüten; hatta o soruşturma ile hiç alakası olmayan binlerce insan sürüldü, kıyıma tabi tutuldu. O mağdur insanlar ve ailelerinin haklarına riayet edilmedi. Sanki ortada hiçbir şey yokmuşçasına Camia’yı suçlayanlar oldu. Ve yalan üstüne yalan söylendi. Hâlâ da söyleniyor.

Evvela bu yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları yeni değil. Ülkenin istihbarat teşkilatı, belki de İran ajanı olabilecek birilerinin devletin bakanlarına, bakan çocuklarına hatta bir kısım işler için kabineye nüfuz ettiğini 8-9 ay önce rapor etmiş. Görmezden gelinmiş. Sonra medyada hususan hükümete yakın diyeceğim gazetelerde sayfa sayfa haberler çıkmış. Önemsenmemiş. Yolsuzlukları önlemeyi düşünmemişler. Sonra 17 Aralık’ta bu operasyonlar başlayınca sığınacak yer bulunamayınca atf-ı cürümle bu işten sıyrılma yolu düşünülmüş.

Ben daha önce de arz etmiştim. Bu operasyonları yapanlar organize edenler her kimse, hiçbiriyle bir irtibatım olmadı. “Binde birini bile tanımıyorum...” dedim defalarca; ama yine de mâl etmeye devam ettiler.

Beni asıl inkisar-ı hayale uğratan, onurlu ve dürüst tanıdığım bazı siyasiler oldu. Beklerdim ki kendilerini kadimden bu yana bildiğim, salahatlerine ve vicdanlarına muhalefet etmeyeceklerine inandığım, itimat ettiğim bu isimler yolsuzluklara, rüşvet münasebetlerine sessiz kalmazlar. Öyle zannediyordum. Onlardan, mekânı cennet olsun, merhum Özal’ın bu tür kirli işlere karşı gösterdiği reaksiyonu beklerdim. Olmadı. Onlar sessiz kalınca ‘bir’i yapanlar ‘bin’i yapmaktan kaçınmadı. Cumhuriyet tarihi boyunca denenmemiş bir yol icat edildi. Yolsuzlukların üstüne gitmek yerine yolsuzlukları soruşturanların üstüne gittiler.

İslam’ın bu mevzuda müeyyideleri var. Ahlaki prensipleriyle bu meseleye karşı çıkmış. Hatta bazı meselelerde cezalar var. Hiçbir yolsuzluk tasvip edilemez. Hiçbir yolsuzluk, yapanın yanına kâr kalmaz. Ahlakî olarak şu husus da vardır. Günah, hata, yanlışlık fert planında kalır, zararları topluma raci olmazsa, o mevzuda İslam, o insanın affedilmesini ister. Onların şahsî haysiyetleriyle ve şerefleriyle oynamaya izin vermez. Bu iki hususun birbiriyle karıştırılmaması lazımdır. Yani bir tarafta başkalarının hakkı mevzubahis olduğu yerde, şunun bunun hakkı yendiği yerde, yolsuzluklara yer verildiği yerde, İslam hassasiyet gösterir, tecziye eder. Mesela Hz. Ömer, Iyaz ibn-ü Ganem’i azletmiştir. Valiyi, bölge valisini, Afrika valisini azletmiştir, Amr ibnü’l-As’ı azletmiştir.

Ahiretimi mahvedecek bir şeyi nasıl söylerim?

Yine meşhur valilerden aynı zamanda Kadisiye Meydan Muharebesi’nin de, İranlılara karşı, fatihidir, onu da azletmiş Medine’ye çağırmıştır. Aslında hiçbir suçu yoktu, hakkında dedikodular vardı. Hakkında dedikodu olan bir insan vali olamaz, millet onu dinlemez, böyle itibar kaybına uğramış bir insan orda vali olamaz diye Medine’ye çağırmıştır. Yine yolsuzluk yaptığı mülahazasıyla Halid bin Velid’i Yermuk gibi çok önemli bir muharebenin cereyan ettiği, hatta şiddetli bir şekilde devam ettiği sırada azletmiştir; sarığı boynunda Medine’ye çağırmıştır. Aklınıza Halid bin Velid hakkında da bir şey gelmesin. Bu muhteşem komutan vefat ettiğinde atından ve kılıcından başka bir şeyi yoktu. Öyle dev bir komutan... âbid, zâhid... Evet yani yolsuzluk iddialarına Hz. Ömer alakasız kalmamıştır. Yakın takibe almıştır.

Burada milletimizin zararına, rüşvetler, irtikâplar, adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar varsa, örtbas ediliyorsa Allah sorar bunu. Ama nasıl bir beklenti vardı bilemiyorum… Eğer bu soruşturmaları yürütenler arasında hizmetleri takdir eden birileri var idiyse, ben de bu insanlara “Yolsuzluk iddialarını görmezden gelin” mi demeliydim? Bilemiyorum, sanki bazılarının beklentisi bu gibi geliyor bana. Beklentileri bu muydu? Ahiretimi mahvedecek böyle bir şeyi nasıl söylerim? Başka türlü nasıl davranabilirim?

Daha önce de arz ettim. ‘Paralel’ falan diyerek yaftalanan bu insanlar kanun ve yönetmeliklere muhalif bir fiilin içinde olduysa bugüne kadar niçin bunlar tecziye edilmedi? Bilmiyorum on binlere baliğ görevden alma ve sürgün duydum ama o müesseselerde görevi suistimal, kanun ve disiplinlere riayet etmeme iddiasıyla bir soruşturma duymadım. Siz duydunuz mu bilmiyorum.

Yaklaşık 60 yıldır vaaz u nasihat ediyorum. Hep aynı şeyleri söyledim. Vasiyetim olsun. Fakiri, hak etmesem de, seven sempati duyan kardeşlerim ne böyle işlerin kıyısından köşesinden geçsinler ne de vâkıf oldukları bu cins suistimalleri görmezden gelsinler. Hak, hukuk ve adalet neyi gerektiriyorsa onu yapsınlar. Kur’an-ı Kerim bu tür yolsuzluklara “gulûl” diyor. Yani hakkı olmayan bir şeyi almak, ondan yararlanmak, kamu malından bir şey aşırmak, emanete hıyanet etmek gibi manaları var. Devlet malından suistimal bu türden bir günahtır. Bu, bazen birkaç kuruş bazen 3-5 dolar bazen de devlet hazinesine ait bir çuval para... Kimi zaman liyakatsizlik ve yetersizliğe rağmen iltimasla elde edilen bir makam. İnsanın hakkı olmadığı halde sahiplendiği, gayri meşru yollarla elde ettiği her imkan gulûldür.

Umuma ait şeyler çalınıp çırpılıyorsa bunu ne Mecelle kaideleri ne de demagoji ile izah edebilirsiniz

En feci olansa bu hallerimizle esasen farkına varmadan dinimizin sinesinde yara açmış oluruz. Şahsî hayatımız itibarıyla sadâkati/doğruluğu deldiğimiz takdirde hiç farkına varmadan karşı tarafın düşüncesinde, anlayışında, bakışında, dinde bir delik açmış oluruz. Zannediyorum siyasi makam ve mevkiler böyle bir kısım ganimet ve komisyonlara dâyelik edince bu makamlara rağbet artıyor. Neticede aldığı ihalenin bedelini bu şekilde ödeyen müteahhit veya işadamı, bunu devlet kesesinden bir yol bulup çıkarmaya kalkıyor. Âmme hakkı aynı zamanda Allah hakkıdır. İster İslam’ın hukuk sistemi, isterse modern hukuk sistemi bu meselelere müsamaha göstermez. Umuma ait şeyler çalınıp çırpılıyorsa bunu ne Mecelle kaideleri ne de demagoji yaparak izah edebilirsiniz. Siz kadrolarınızla dünyaya, Müslümanlığın dürüstlük ve doğruluk mesajlarıyla yola çıkmışken kendinizi karanlık patikalara savrulmuş bulabilirsiniz. Ümitlerini size bağlayanlar da bir inkisar daha yaşar.

Şunu da müsaadenizle arz edeyim: İnsanlara merhamet etmek gerekir. Efendimiz, “Zalim de olsa, mazlum da olsa, kardeşine yardım et!” buyurur. “Ya Rasulallah! Mazlumu anladık, fakat zalime nasıl yardım edeceğiz?” diye sorulunca, “Onu zulmünden vazgeçirmekle...” cevabını verir. Hadisteki tavsiye; zulme, tecavüze, cinayete karşı çıkmaktır. Bu sıfatların kötülüğü anlatılarak, insanlar bunlardan vazgeçirilmeli. Bu davranış biçimiyle ayrışma ve kavga değil, bütünleşme ve karşılıklı sevgi doğar.

DUAMA ÂMİN DİYEBİLMELERİNİ BEKLERDİM

Efendim bir kısım medya çok serrişte etti, çarpıttı. ‘Bize beddua edildi...’ diye meydanlarda insanlar yanıltıldı. Bu gerçekte bir beddua mıydı?

Israrla yanlış anlamayı devam ettirdiler. Bir misalle arz edeyim. Birisi size defaatle aynı yalan ve şenaatle hücum etse, bir noktaya gelir sabrınız taşar ve şunu dersiniz: Eğer ben senin dediğin gibi öyleysem Allah benim belamı versin, yok değilsem bu yalan ve iftirayı atan senin belanı versin. O gün de duam o oldu. Doğrudan hiçbir kişinin, hiçbir partinin, hiçbir topluluğun adını vermedim. Bazı sıfatlar ve fiiller sıraladım. Her kim şunu şunu şunu yapıyorsa dedim... O sıfatı taşımıyorlarsa, o fiilleri işlememişlerse neden bu kadar rahatsız oluyorlar, üzerlerine alıyorlar? Komplolara vehimlere dayalı bu iftiraları seslendirenlerin, gazetelerine sayfa sayfa taşıyanların bu duama “amin” diyebilmelerini beklerdim. Diyemediler. Bilakis istismar ettiler. Yine aynı noktadayım. Eğer biz çeteysek örgütsek Allah bizim belamızı versin, eğer ‘paralel’ devletsek bizim belamızı versin, değilse bunları bu masum cemaate isnad edenlerin belasını versin! Bu duaya “amin” diyecek vicdanî rahatlığı olmayanlar akıbetinden endişe etmeli.

BARİ DİĞER DERSHANELERE GADRETMESELERDİ

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dershaneler konusunda birilerinin Başbakan’ı “Ya bu dershane işinden vazgeçersiniz veya biz sizi yıkarız” diye tehdit ettiğini, Başbakan’ın da “Elinizde ne varsa çıkarın, ne yapacaksanız yapın, ben sözümden dönmem.” şeklinde karşılık verdiğini nakletti. Bu konuda neler dersiniz?

Başta ifade edeyim bunu kim söylüyorsa delillendirmeli ve yargıya intikal ettirmeli. Kamuoyuna da duyurulması gerekir. Falan falan şahıslar geldi bizi tehdit etti diye. Hükümete şantaj büyük bir suçtur. Yok bir kısım vehimler bu vesile ile dile getiriliyorsa cevap verme ihtiyacı duymuyorum.

Sizin de bileceğiniz gibi dershanelerin kapatılma teşebbüsü son 2-3 ayın meselesi değil. Zaten o günlerde eski maarif bakanlarının adı verilerek “o yapamadı, bu yapamadı, o da yapamadı; şimdi naspedilen bakan bunu yapacak” gibi sözler söylendi. Demek ki çok uzun zamandan beri planlanan, belki de söz verilen bir mesele. Bu tür bir sözün verildiği hatta bunun kayıtlarının Kozmik Oda’larda mahfuz bulunduğu yolunda iddialar medyada yer aldı. Dershane kapatmanın okullarda eğitimi daha iyi bir seviyeye getirme gibi mülahazalarla yapılmadığı iyice tebeyyün etti. Niyetin “camia”nın eğitim faaliyetlerine mani olmak olduğu net görülüyor. İşte meydanlarda telaffuz ediliyor ‘okullarına, dershanelerine göndermeyin’ diye. Yani niyet dershanelerden başlamak, okullarla devam etmek. Ardından yurtdışı okulları kapattırma girişimleri… Bu hususta Nazlı (Ilıcak) Hanım’ın mülahazası makul açıklamalardan biri gibi. Hükümetin soruşturmaları haber almış olabileceğini bizim bunları önleyebileceğimiz ön kabulüyle, dershane üzerinden bir şantaj, psikolojik bir harekât unsuru, bir dalgakıran gibi kullanma niyetleri olmuş olabilir, diyordu.

Küçük hesaplar uğruna ülkenin birlik ve bütünlüğünü bu kadar rahat riske atmalarını anlamakta zorlanıyorum

Bu arada şu hususu da arz edeyim keşke niyetlerini açıktan ifade etseler, “Sizin dershane işiyle uğraşmanızı istemiyoruz.” deseler. Camia’yla ilgisi olmayan dershanelere bari gadretmeselerdi. Dişinden tırnağından artırarak dershane kuran insanlara ayrıca üzülüyor insan. Yazık! 3800 dershanenin 3000’inin Camia’yla hiçbir münasebetinin olmadığı söyleniyor. Açıktan söyleselerdi biz de derdik; “Tamam mademki bu mesele sizin için hayat memat meselesi, öyleyse rica edelim bizim arkadaşlarımız belli bir süreçte kapatsınlar.” Kurunun yanında yaşı yakmasalardı.

Ayrıca istidradî olarak… Millî Eğitim’in, hatta hükümetin çok daha ciddi konulara teksif-i nazar etmesi gerekiyor. İçtimai bunalımların, kültürel erozyonların, fertleri, aileleri esir aldığı bir zaman dilimindeyiz. Geçenlerde bir akademisyen arkadaşımızın makalesinde okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam intihar vakaları 12 yılda yüzde 36 artmış. Liselerde hakeza ciddi uyuşturucu hap salgını var, yüzde 32 alkol kullanımı var. Yine bir psikiyatrist hanımefendinin ifadesine göre uyuşturucu tedavisi görenler 10 yılda 17 kat artmış. Bunlar toplumun ahlak ve değerlerini tehdit eden korkutucu veriler. Şimdi böyle dev gibi problemler milli eğitimi, hatta ülkenin geleceğini kıskaca almışken kalkıp dershane kapatarak eğitimi kurtarmaya kalkışmayı nasıl izah edeceksiniz? Dershane kapatarak bu tefessühü mü önlemiş oldular? Bilebildiğim kadarıyla Camia’ya atfettikleri bu okul ve dershaneler, eğitim vermenin yanında bu çürümeye karşı mücadele veren eğitim yuvaları. Güneydoğu’da meydana gelecek boşluğu düşününce yüreğim ağzıma geliyor. Bu ülkeyi yönetenlerin küçük hesaplar uğruna bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü bu kadar rahat riske atmalarını anlamakta zorlanıyorum.

Fethullah Gülen Hocaefendi Pensilvanya’nın ücra bir köşesi sayılabilecek bölgede kurulmuş bir vakıf binasında kalıyor. Bazı medya organlarının insafsızca ‘malikhane’ dediği bu binanın içindeki küçük ve mütevazı odasının kirasını da kendisi ödüyor.

BEN DE MAĞDURUM, KİM YASA DIŞI DİNLEME YAPIYORSA HUKUK KARŞISINDA HESAP VERSİN

Ortaya çok sayıda ses kayıtları çıktı. Özellikle bazı kesimler, kayıtlardan dolayı “Cemaat”i suçluyor.

Geçmişten beri bu tür suçlamalar yapılıyor; ne var ki o ithamları yapanların ortaya koyduğu bir delil yok. Sürekli istismar edilen böyle bir konuda müdellel bir hususun zikredilmemesi, burada başka bir maksadın gözetildiği gerçeğini işaret ediyor.

Bu konuda herkes bir şey söylüyor. Biraz da karmaşık bir konu. Mahkeme kararıyla yapılan dinlemeler var, kanunsuz yollarla elde edilen dinlemeler de var. Her ne surette olursa olsun, hukukun dışına çıkarak dinleme yapan her kimse bulunup cezalandırılmalı. Bu kim olursa olsun, kime karşı sempati duyarsa duysun. Ben de, arkadaşlarım da dinleme mağduruyuz. Öteden beri bir kara propaganda ile hakkımızda imaj çalışması yapılıyor, güft-u gû’da bulunuluyor, alenen medyada suçlanıyoruz. Bununla ancak hukuk ile baş edebiliriz. Usulsüz, kanunsuz; hatta kanunun tanıdığı yetkiyi aşarak dinleme yapan varsa hukuk karşısında hesap vermeli. Buna mümasil şunu da söylemek lazım ki elde hiçbir ispat yokken, “Onlar dinledi.” diyerek koca bir kitleyi hedef gösterenler de hukuk karşısında hesap vermeli. Hukuk onları da “Nereden biliyorsun?” deyip sigaya çekmeli. Hukuksuzluğu hukuksuzlukla ortadan kaldırmak imkânsız. İşine gelmeyince bu konuda mağdur olduğunu beyan edip işine gelince o kayıtları tepe tepe kullanmak, sanırım, hukukî açıdan da ahlakî açıdan da tasvip edilir bir durum olmasa gerek…